Misyonerlik tebliğ midir?

Merhaba,
Yeni bir mekânda, yine dostlarla olmak mutluluk verici.
Sayın Ahmet Gülşen’in davetiyle geldiğim bu köşede, gündeme ait olaylarla ilgili acizane fikirlerimi sizlerle paylaşacağım.
Her yazı sahibinin dileği, benim de dileğimdir. Yazdıklarımıza ne kadar çok ilgi ve eleştiri gelirse, yazma şevkimizin de o kadar artacağı muhakkaktır.
İlk yazımı, içinde bulunduğumuz şartlar nedeniyle anlamı daha da önem kazanan ‘Milli Egemenlik’ konusuna ayırmayı düşünüyordum. Ancak, Malatya’da yaşanan vahşet, bu yazımı ertelememe neden oldu.
Malumunuz, geçen hafta Malatya’da meydana gelen vahşet, gündeme damgasını vurdu.
Üniversiteye hazırlanan 5 genç, İncil ve diğer Hıristiyanlık kitaplarının basım ve dağıtımını yapan bir yayınevinde, bir Alman ve iki Türk Hıristiyan’ı öldürmesiyle ilgili gözaltına alındı.
Bu olayla ilgili 12 kişinin sorgusu sürüyor. Umarım, bu cinayetlerin arkasındaki sır perdesi aydınlatılır.
Ancak, tıpkı Trabzon’daki Rahip Santoro ve İstanbul’daki Hrant Dink cinayetleri sonrasında olduğu gibi, bu vahşet sonrasında da özellikle Avrupa’da, Türk Milleti’nin inancına saldırı okları yönlendirildi.
Müslüman Türk Milleti olarak, bin yıldır Anadolu’da diğer dinlere karşı ne kadar hoşgörülü olduğumuz gün gibi açık olduğu için bu saldırıları hiç de hak etmediğimiz kanaatindeyim.
Batı, tıpkı, Ermeniler’e iddia edildiği gibi bir soykırımı işlemediğimizi çok iyi bildiği gibi, Müslüman’ın hoşgörüsünü de iyi bilmektedir. Onların amacı, bu yalan propogandalarla, Türkiye’yi bölmektir.
Malatya’da işlenen cinayetleri, tabii ki, hiçbir akl-ı selim haklı gösteremez. Ancak, Batı’nın tuzağına düşerek, bu cinayetlerin ezikliği altında, Misyonerlik faaliyetlerini görmezden gelmeyelim.
2005 yılında, ‘Misyonerlik’ ile ilgili bir yazım, bir dergide yayınlanmıştı. Dergi, idealist bir arkadaşımın (Abdülkadir Karataş) büyük fedakârlıklarla çıkardığı ‘Küçük Asya’ isimli fikir dergisiydi. Altı sayı çıkma başarısını gösteren bu aylık dergi, ne yazık ki, ekonomik zorluklara daha fazla direnemedi. Sevgili Abdülkadir’in yüreğinde sönmeyen bir ateş olduğunu düşündüğüm bu derginin yeniden yayın hayatına başlaması dileğimizdir.
Malatya’daki olaylarla birlikte, arşivimdeki Küçük Asya’ları karıştırarak o yazımı buldum. Satır satır okudum ve bu platformda sizlerle de paylaşmak istedim.
Şubat 2005 sayılı ‘Küçük Asya’daki yazım şöyleydi:


Misyonerlik tebliğ midir?


Misyonerlik faaliyetleriyle ilgili haberler son günlerde yeniden gündeme ağırlığını koydu. Türk gençliğinin dini eğitimle yetişmesine karşı çıkanların, imam hatip liselerinin sayısının çokluğundan dert yananların bile bugün “Din elden gidiyor” feryatlarıyla misyonerlikten dert yandığını görüyoruz.
Nedir Misyonerlik?
Latince ‘Missio’ kelimesinden Batı dillerine türetilen misyon, “Bir iş için bir kimseyi özel olarak görevlendirme” anlamına gelirken, ‘Misyoner’ de bu işi benimseyen kişiye verilen ünvan olarak kullanılıyor.
Yahudiler’in, seçilmiş insanlar olduklarına inanmaları ve Musevi inancını yayma faaliyetlerini M.S. 2. Yüzyıl’da bırakmaları, İslam’da ise tebliğin sadece dini tanıtma ile sınırlı olması ve insanların zâfiyetlerinden yararlanma, kandırma gibi metotları kullanmaması sebebiyle, günümüzde misyonerlik kelimesi Hıristiyanlık ile özdeşleşmiştir.
16. Yüzyıl’da, tüm dünyaya yayılan misyonerler, günümüze dek sayıları da artarak faaliyetlerini sürdürmekteler. 19. ve 20. yüzyıllarda, Anadolu da dahil tüm Osmanlı topraklarına yayılan misyonerler, günümüzde her türlü iletişim araçlarını da kullanarak Türk gençlerine musallat olmayı sürdürüyor.
Görünüşte gayeleri, İsevilik inancını yaymak olsa da; Ankara Ticaret Odası (ATO) ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından hazırlanan raporlarda açık bir şekilde görüldüğü gibi, misyonerliğin asıl amacı, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını bozmaktır.
Türkiye’yi, etnik ve dini ayrılıkları tetikleyerek parçalamayı hedef alan misyonerler, bu amaçlarını gizlemek için din ve vicdan özgürlüğünün arkasına sığınıyorlar. “Müslümanlar İslam’ı yaymak için özgürlük ararken, nasıl olur da Hıristiyanlar’a bu hakkı çok görüyorlar” diyorlar.
Tabii ki, tüm söyledikleri gibi, bu sözleri de kandırmacadan başka bir şey değil.
İslam Dini, her hak dinde olduğu gibi tebliği emreder. Her Müslüman, ‘Emr-i bil ma’rûf, nehy’i anil münker’le (İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak) görevlendirilmiştir. Her Müslüman, dinini, tüm insanlığa duyurmak zorundadır. Ancak İslam Dini tebliği, sadece sözlü anlatım ve davranışlarla örnek olmayla sınırlar.
Zorlama yoktur.
Hile ile, dalavere ile insanların din değiştirmesi için çalışma yoktur.
İnsanların ihtiyaçlarından, zaaflarından faydalanma yoktur.
Misyonerlik faaliyetlerine baktığımızda ise hile, dalavere ve zaaflardan faydalanma metotlarını açıkça görürüz.
17 Ağustos 1999’da tüm Marmara Bölgesi’ni vuran deprem felâketinde olduğu gibi, bugün de, Güney Asya ülkelerinde, özellikle Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu Endonezya’da deprem ve tsunami felâketine uğrayan insanlara yardım eden misyonerler, bu insanların çaresizliğinden istifade ederek onları Hıristiyanlığa çekmeye çalışmaktalar.
Türkiye’deki ekonomik istikrarsızlığı, yoksulluğu bile silah olarak kullanan misyonerler, iş bulma, maddi imkânlar sağlama gibi yollarla Müslüman gençleri kandırmaktadır.
Hiçbir ilahi din, zinayı hoş görmez. Zina, İslamiyet’te olduğu gibi, Hıristiyanlık’ta da, Yahudilik’te de yasaktır. Ancak günümüzde misyonerler, gençleri saflarına çekmek için çekinmeden seks tuzakları da kurmaktadır.
Tabii ki, Türk gençlerinin misyonerlerin tuzaklarına düşmesinde, içimizden kaynaklanan sebepler de var.
Okullarda yeteri kadar dinini öğrenemeyen, ibadethane, din adamı denildiğinde televizyonlardaki Amerikan filmlerinde gördüğü kiliseyi ve papazını hatırlayan, yemek duası denildiğinde, ‘Küçük Ev’ dizisindeki Ingalls Ailesi’nin yemek masası etrafındaki hareketi gözünün önüne gelen gençlerimiz, maalesef misyoner yalanlarına daha çabuk kanabilmektedir.
Aydın geçinen kesimin, televizyonların ve basının, büyük bir iftirayla Türkiye’nin geri kalmışlığının sorumluluğunu İslam Dini’ne yüklemesi, misyonerlerin yalanlarıyla birleşince gençlerimizin tuzağa düşmesi kolaylaşmaktadır.
Misyonerlerin tuzağına düşmemenin, ülkemizi parçalatmamanın yolu; Çocuklarımıza ve gençlerimize dinimizi, milli değerlerimizi tam olarak öğretmekten geçer. Ailesinde ve okulunda bu değerleri öğrenen ve inançlı bir şekilde yetişen gençlerimize hiçbir misyoner zarar veremez.

Yorumlar