Truva atı Tercüman; Servet Kabaklı:Tercüman Cumhuriyet Müsveddesi

Tercüman’ı Tercüman yapan temel direklerden birisi daha yıkıldı. Başyazar Servet Kabaklı, bugün bir veda yazısı kaleme alarak okuyucularına gazeteden ayrıldığını duyurdu.

Tercüman’daki büyük kan kaybı, Ufuk Bükükçelebi’nin Genel Yayın Yönetmenliği’ne gelmesi ile başladı. Tercüman’ı Tercüman yapan, geçmişi ile bugünü arasında bağlar kuran kalemler, yeni yayın politikası ile birlikte teker teker bünyeden koptu. Ergün Göze, Yavuz Bülent Bakiler, Beşir Ayvazoğlu, Necdet Sevinç, Sevinç Çokum gibi güçlü kalemler, birer birer ayrıldı. Üstelik bu önemli isimler, gazeteden uzaklaştırıldıklarını, ancak gönderdikleri yazılarının yayınlanmamasından sonra öğrenebildiler. Bu yazarlardan çoğuna, bir veda yazısı yazmalarına müsaade edilmedi. Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi, yazılarına son verilen bu yazarların telefonlarına bile çıkmadı. SERVET KABAKLI’NIN KOPUŞ SÜRECİ Servet Kabaklı, Genel Yayın Yönetmeni koltuğuna Ufuk Büyükçelebi’nin oturduğu günlerde, profesyonelce bir yaklaşımda bulundu ve kendisini rahat hissetmesini söyledi. “Yeni bir ekip ve anlayışla gazeteyi yürütmek isteyebilirsin. Benim açımdan rahat ol. Bugünden itibaren yazmayabilirim” dedi. Büyükçelebi, o dönemde Kabaklı’ya taahhütte bulundu ve yazılarına devam etmesini istedi. Kendisine gazetenin başyazarı olduğunu hatırlattı. Ancak aradan geçen zamanda, Servet Kabaklı’nın yazılarından Büyükçelebi hep rahatsız oldu. Servet Kabaklı, geçtiğimiz yılın sonbaharında, yaşadığı başka konuları da bahane ederek yazılarına ara verdi. Çukurova Grubu’nun tepe yöneticilerinin de devreye girmesi ile Kabaklı yeniden yazılarına başladı. Ancak, değişen yayın ilkeleri nedeniyle Servet Kabaklı’nın yazıları hep gazetenin birinici sayfası ile ters düştü. Adeta, Tercüman ile Servet Kabaklı’nın yazıları kavga etti. Durumun böyle devam edemeyeceğinin farkında olan Servet Kabaklı, bugün bir veda yazısı yazarak gazetedeki yazılarına son verdi. Haber7’nin ulaştığı usta yazar Servet Kabaklı, şu bilgileri verdi: “Bugüne kadar benim yazılarımın virgülüne bile dokunmadılar. Ne Genel Yayın Yönetmeni, ne de yayın grubunun tepe yönetimi yazılarıma müdahale etti. Ama gazetenin yayın çizgisini alıp bambaşka bir yere götürdüler. Tercüman bir marka, bir sembol. Demokrasinin, hukukun, din ve vicdan hürriyetinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin yılmaz savunucusu. Madden ve manen büyük bir kıymeti var. Markanın bu şekilde harcanmasına kendimi alet etmem artık mümkün değil. Tercüman, Cumhuriyet’in müsvettesi haline getirildi. Aslı varken, kim müsvettesini ne yapsın.” KABAKLI'NIN VEDA YAZISI
GÜN IŞIĞI Bu bir veda yazısıdır 01.06.2007
BENİM candan azîz gönüldaşlarım, sevgili okuyucularım, bu bir veda yazısıdır. Vedalaşmalar ömrüm boyunca gönlümün bam telini titreten mızrap darbeleri olmuştur. 36 yıllık meslek hayatımın ilk yıllarından itibaren emeklediğim, yetiştiğim “baba ocağı” ve aynı zamanda okulum olan Tercüman’ın, yeniden yayın hayatına başladığı 2003 Ocak ayından beri sizlerle bu köşede, “Gün Işığı”nda buluşmaya başladık.Bugün 1 Haziran 2007... Demek ki yaklaşık 4.5 yıldan beri, bu defa evladım sayıp üzerine titrediğim bu gazetede, bütün meslek hayatım boyunca olduğu gibi sadece ve sadece Allah (cc) rızası için inandığım doğruları yazdım, sizlerin gönüllerine, fikirlerine tercüman olmaya çalıştım, sizlere gönlümü açtım.Şunu açıklıkla ifade etmeliyim ki; gazetecilik hayatım boyunca mensubu olmakla şeref duyduğum Müslüman Türk Milleti’nin ve sadece mazlum Türk Dünyası’nın değil, bütün esir ve mazlum milletlerin yegâne ümit kaynağı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekası için yazdım. Yazdığım haber ve yazılarda, olaylara, kişilere karşı objektif yaklaşmak, elbette gazetecilik gibi haysiyetli bir mesleğin olmazsa olmaz şartıydı. Ancak ben asla tarafsız bir gazeteci, tarafsız bir yazar olmadım. Tarafım belliydi. Ben milletimden, devletimden ve haktan, haklıdan yana olmalıydım. Kabaklı Hocamız’ın da bize her vesileyle tekraren söylediği, rehberimiz Efendimiz’in (sav); “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” emri gereğince, kendime ve hiç kimseye yapılan haksızlık ve adaletsizlik karşısında susmadım. Aldığım her kör kuruşu helâl ettirmeye çalıştım. Nefsim için, şahsî ikbalim ve menfaatim için kalem oynatmayı; bir insan, bir Türk ve samimî bir Müslüman olarak zül saydım. “Türkiyeli Medya”da misalleri mebzûl miktarda görülen “Nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilenlerden” biri olmaktan, her an Cenab-ı Hakk’a sığındım.Hepinize minnettarımAZİZ dostlarım, benim kanaatimce bir gazetenin 3 sahibi vardır. Maddeten sahibi olanlar, gazete çalışanları ve okuyucular... Maddeten sahibi olanlar elbette gazetelerinin okuyucuya en iyi şekilde sunulmasını, doyurucu ve itibarlı olmasını ve “müşteriden de öte bir özelliği olan” okuyucudan maddeten ve manen rağbet görmesini isterler. Bu şartlar oluşunca da o gazetenin sahibi olmanın hazzını yaşarlar.Gazete çalışanları ise her gün okuyucuya sundukları gazeteye döktükleri alın terinin ve heyecanın karşılığını, sadece maddeten değil, manen de yaşamak derdiyle tutuşurlar. Çünkü onlar fikir ve aynı zamanda sanat hamalıdırlar. Emek verdikleri gazetenin itibarında ve tirajında yukarıya doğru her yükseliş, çalışanlar için moral kaynağı, aynı zamanda gazetenin maddeten sahibi olanlara karşı “gazetecinin” yüz akıdır.Okuyucu ise elbette gazetenin esas sahibidir. Sermaye yatırılmış, emek verilmiş, göz ve gönül nuru katılmış gazeteyi eline aldığında, o gazeteyi “gönül gözüyle” okuyorsa sahiplenmiş demektir.Şimdi bu son demde bir hakkı teslim etmeliyim. Yeniden yayın hayatına başladığı andan itibaren, bu gazetede dostlukların; fikir, düşünce ve yazma hürriyetinin zirvesini yaşadım. Bana bu imkanı tanıdıkları, Tercüman’a ve biz yazarlarına sınırsız editoryal bağımsızlık verdikleri için Sayın Mehmet Emin Karamehmet ve Sayın Serdar Çaloğlu beylere, bu yayın grubunun yöneticisi olan bütün dostlarıma, bu gazetenin yayınına emek veren bütün Tercüman mensuplarına ve beni dûalarınızla, teşvik ve tenkidlerinizle yalnız bırakmayan siz değerli okuyucularıma, azîz gönüldaşlarıma şükranlarımı sunuyorum. Evet bu müessesede yaşadığım dostlukların yanında, siz deryâ gönüllü okuyucu ailemizden gördüğüm manevî desteği asla unutmayacağım.Haklarınızı helâl edinizDOSTLARIM, biliyorsunuz bir süre önce Tercüman’ın Genel Yayın Yönetmenliği görevine Ufuk Büyükçelebi Bey getirildi. Gazetemizden birçok değerli yazar, bu nöbet değişimi döneminde ayrıldı, yeni yazarlarla tanıştınız. O dönemde kendilerine, “rahat çalışabilmeleri için ayrılabileceğimi” net bir şekilde ifade etmiş; “Tercüman’ın temel direklerinden birisiniz, başımızın tâcısınız” cevabını almıştım. Aynı güzel ve “samimî” yankıları, o sıralarda affımı istediğim bu yayın grubunun “tepe yönetimi” ile sizlerden de alınca, bu güne kadar yazmayı hizmet bildim. Görünen o ki bir süreden beri “Gün Işığı”nda yazdıklarım ile Tercüman’ın yayın politikası arasında ciddî çelişkiler doğmaya başladı. Hâl böyle olunca bu rahatsızlığın giderilmesinin en kestirme çâresi olarak, “yol ayrımına” gelindi.Geçmişte “baba ocağım”, şu son 4.5 yıldan beri de “üzerine titrediğim evladım” olan Tercüman, elbette benim için doğruları yazdığım “dokuzuncu köy”dü. Biliniz ki medenî ölçülere uymaya çalışan bir insan olarak, girdiğim ve çıktığım hiçbir kapıyı tam kapatmadım. Bu sonucu bekliyor muydum? Evet bekliyordum... Peki, “Onuncu köy” olur mu? Şu anda gerçekten bilmiyorum... Bir Türk Milliyetçisi olarak yeniden yazma imkânı bulduğumda, fikir namusumu koruyacağıma, yine inandığım doğruları yazacağıma söz veriyorum.Tercüman’a, sevgili Tercüman çalışanı arkadaşlarıma, Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi Bey’e “yeni yayın politikalarında” başarılar diliyorum. Sizlere de sonsuz şükranlarımı arz ederken; “Elbet bir gün buluşacağız” ümidimi söyleyebiliyorum sadece...Dostlarım, dün de sizlere arz ettiğim gibi, azîz vatanımız Türkiye “Vahşî Batı” kaynaklı “kutuplaştırma tezgâhının” pençesinde, son derece sıkıntılı günler geçiriyor. İnşaallah 22 Temmuz genel seçimlerinde, Müslüman Türk Milleti kendisine 5 yılda bir tanınan demokratik hakkını, sıcağa-tatile bakmadan azamî seviyede kullanacak ve bu tezgâhı da hurdaya çıkaracaktır.Cennetmekân ¬kif, “Kahraman Ordumuz”a armağan ettiği “İstiklâl Marşımız”da; “Doğacaktır sana vâdettiği günler Hakk’ın, / Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın!..” diyerek “millî imanımızı” haykırıyor. İşte bu iman nurlu ufukların müjdecisidir.Üzerimdeki haklarınızı helâl ediniz. Hepinizi Allah’a (cc) emanet ediyorum.Hayırlı Cumalar...—————————————————-Bana daha rahat ulaşabilmek için şu e-posta adreslerime de yazabilirsiniz:servetkabakli23@gmail.com

Yorumlar