5 - Gözü Açılmış bir Türk - 5

Gözü Açılmış bir Türk- 5


Sami, telefonun ucunda Hulusi beyin sesini duyunca bir huzur hissetti.
-Hulusi bey, sesinizi duyana kadar yaşadığınıza inanamadım doğrusu.
-Merak etme delikanlı, biz eski toprağız.
-Fakat, bir patlama sesi duymuştum, telefon konuşmamız kesilmeden hemen önce.
-Arabaya dikkatlice bakmak için yanaşmıştım. Yanıp sönen ışığı farketmemle, kendimi geriye atmam bir oldu ama telefonu düşürmüşüm.
-Geçmiş olsun. Gazetelere hiç bir haber yansımadı.
-Bir sonuç elde etme durumumuz/ihtimalimiz yokken kendimi deşifre ettirecek bir habere izin verir miyiz sanıyorsun. Gerekli tedbirleri aldık. Neyse..., sen köşe yazılarına devam ettin bu arada.
-Evet, yakalanma ihtimaline karşılık, bir kaç arkadaşı organize ettim, ona mail at, o diğerine fakslasın filan derken şu ana kadar atlattık. Yine de köşe yazılarımın kapatılmamasına şaşırdım.
-Merak etme , bundan sonra da kapatılmayacak.
-Hayırdır, ölüm emri var diye köşe bucak kaçarken ne değişti.
-Birincisi, senin hakkındaki emri araştırttım, hiç bir aşamadaki yetkili emri sahiplenmedi. Bizi kullanmaya çalışan bir köstebek sistem oluşturulmuş. Sonra senin hakkında güvence verdim üstlerime + yazılarını ilettim. Vatan hainliği ile uzaktan yakından ilgin olmadığını, yabancı güçlerin sana karşı olduğunu söyledim. Önce nazlandılar, "Bakarız" dediler ama bölgedeki son gelişmeler üzerine, senin yazdıklarının da kendi fikirleriyle örtüştüğünü ve korunmam gerektiğini bizzat bana ilettiler.
-Ciddi misiniz ?
-Kesinlikle.
-Yani yazılarımda özgür müyüm ?
-Özgürlüğün, korunma sınırları içinde.
-Yani ?
-Bizim teşkilat açısından sorun ortadan kalktı ama yazdıklarının rahatsız ettiği çevreler var. Korumamız altındayken daha dikkatli olacaklardır ama dikkatli olman şart. Ve en önemlisi, her ne kadar biz senin yazmanı istesek de, kendi can güvenliğin için yazmak zorunda değilsin.
-Benim yazmada ki tek şartım...
-Can güvenliği mi ?
-Onu da isterim elbet ama asıl şartım vatan için iyi olanı, doğru olanı yazabilmek. Kimsenin oyuncağı olmamak, şahsi menfaatler için yazmaya zorlanmamak.
-Tamam Sami, biz destek olacağız ama ön plana çıkamayız. Yani, yazılarınla ilgili medyada bir tartışma çıkarsa, biz taraf görünme şansına sahip değiliz ama güvenliğine sonuna kadar destek oluruz.
-Ve bilgi desteği.
-Amirlerimin izin verdiği kadar bilgi desteği.
-Onlar da kendi yazdırmak istediği bilgileri verirler.
-Ben senin süzme yeteneğine güveniyorum. Zehirden şifayı çekip alırsın.
-İnşallah.
-Nerdesin ?
-Sibirya...
-???
-Şaka canım, Ankara'dayım.
-Aldırayım mı seni?
-Merak etme, tebdili kıyafet dolaşmaya alıştım, gelirim. Gerçi yeterince başarılı değilim ama sizin teşkilat peşimde olmadıktan sonra gelirim İstanbul'a.
-Gelince bu numaradan ararsın, görüşmek üzere.
***** ****** ****** ****** ******
Sami, "Bu kez gerçekten kuş gibiyim" diye mırıldandı. Bir gazete alıp, acilen İstanbul'a doğru yola çıkmak için AŞTİ dolmuşuna bindi. gazeteyi açtı, okumaya başladığında rahatlamış yüz hatları tekrar kasıldı; 'Teröristlerin saldırısında 12 askerimiz şehit oldu". Ağlayan analar gözünde canlandı, ve Irak'ta, Kandil dağında çöreklenmiş bir karayılanın gülüşü iliklerini dondurdu. Hırsla düşündü, "Piyonlar çok güçlü, biz niye böyleyiz, ülkemizi bölmeye çalışanlara karşı niye sessiz kalıyoruz." AŞTİ'ye vardığında Hulusi beyi tekrar aradı;
Hulusi bey bu kadar çabuk bir telefon görüşmesi beklemediğinden şaşırmıştı. Sami hemen açıkladı.
-Kendi derdimden gazete bile okuyamamıştım bu gün. Az önce okuduğum gazetede kötü haberi öğrendim. Geldiğimde bana Güneyimizde neler döndüğü hakkında bilgi vermen mümkün mü ?
Hulusi bey bir an sustu;
-Evlat, tehlikeli konulara yelken açıyorsun.
-Yıllardır sakin limanlardaydım ama eğitimli cahildim. Fırtınaya dalmazsam gerçekleri görme şansım yok ki.
-Gel evlat, gel konuşalım.
***** ****** ****** ****** ******
Sami otobüste hüzünlenmişti, şehit olan eski bir tanıdığı aklına geldi. Tanıdıkları olduğu halde, torpil işleyip işlemeyeceğini denememiş, "Ben ordumuzda böyle bir torpil olduğuna inanmam, eğer varsa da ben istemem. Şerefimle giderim, öleceksem de şerefimle ölürüm". O zamanlar ona gülümseyip geçmiş, şehit olduğunu öğrendiğinde bile onun duygularını yeterince anlayamamıştı. İçinden geçen düşünce gözlerinde iki damla yaş oldu; "Senin gibiler sayesinde ben rahatmışım meğerse, senin gibiler sayesinde balkonumda kitap okuyabiliyor, sinemaya gidebiliyormuşum meğerse. Affet beni".
***** ****** ****** ****** ******

Akşamüstü İstanbul'a vardı. İneceği saati yaklaşık olarak haber verdiği Hulusi bey onu bekliyordu. Önceki karşılaşmalarına göre daha samimi olarak sarıldılar. Birbirlerine güvenen iki vatansever olarak, bir an durup birbirlerini süzdüler.
Yola çıktıktan sonra, kısaca başlarından geçenleri birbirlerine anlattılar. Sami, Hulusi beyin hem kurtulmasına sevinmiş, hem de kendisi hakkındaki emrin kaynağını örgüt içinde arayıp, kaynaksız/sızma bir emir olduğunu öğrenmesi konusundaki gayretlerine minnettar kalmıştı.
Hulusi bey, yan gözle baktı;
-Yorgun musun ?
-Hayır, aranmadığımı öğrenince stresim geçmiş, otobüste sıkı bir uyku çektim.
-Bu akşam seni bir dostuma götüreceğim ama bazı şartlarım olacak.
-Hayırdır, "konuştuklarımız aramızda kalmalı" mı diyeceksin
-Hayır, tanıştıracağım arkadaş da saklanan biri. Sadece duyduklarını yazılarında kullanırsan, onun bulunmasına yol açmaya özen göster.
-Tabi ki. Kimdir, necidir.
- Bir İngiliz casusu.
-Oooo, çevrem casuslarla çevrilmeye başladı.
Sami'nin gülümsemesine, Hulusi bey de hafifçe gülümseyerek cevap verip, konuya döndü.
-Kendisi, İngiliz haber almanın Orta Doğu masasında görevliydi. Ülkesine yıllarca hizmet verdi. Bu işlerde bazen tesadüfler yakanıza yapışıyor. Onunla, Rusya'nın dağılması esnasında Türk Cumhuriyetlerindeki görevlerimde tanıştım. Her ikimiz de Rus'lara karşı bilgi topladığımızdan, bir tür ortak gibi davrandık, sınırlı/kontrollü de olsa ufak bir bilgi alışverişimiz oldu.
- Ajan'ın ajanla dost olabilmesi kolay değildir sanırım.
-Yok, güven aşamasını kolay geçmedik. Güven aşamasından sonra da, "İhanete girer" diye, ülkelerimizin zararına olabilecek bilgi paylaşmadık. Fakat insan bazen karşısındakinin duygusallığını, insancıllığını fark edebiliyor. Ülkesinin yaptıklarını yanında konuştuğumuzda asla rahat olmuyordu. Bardak içinde taşmıştı ama sanki duyguları akacak bir dere, bir nehir yatağı arıyordu.
-Bir İngiliz casusundan bahsediyoruz değil mi ! Hani şu insan haklarına verdikleri önemle anılmak istene ülke.
-Evet, eski başbakanları Blair, kamu oyu önünde öyle bir çizgi çizmeyi seviyordu ama maalesef gerçekte yaşananlar, menfaatlerin insani değerlerin önüne geçtiğini gösteriyor.
-Sanırım size önemli şeyler anlattı.
-Elbette ama söylediğim gibi bu kaynak tamamen gizli.
-Teşkilatınızdan da mı gizli.
-Teşkilattan da gizli. Onun sözleri teşkilatı hedeflerine hizmet etmez, aksine onun bizle bağlantılı olduğu veya bizde saklandığı duyulursa ülkemiz büyük ama gizli baskılara, oyunlara, güçsüzleştirmelere maruz kalır.
-Niçin ?
-Bazı dokunulmazlar vardır -içime sindiremesem de - Türkler veya Müslümanlar hakkında istediğin iftirayı atabilirsin uluslararası sahada gerçekmiş gibi davranılıp senden savunma yapmanı isterler ama bazı ülkelerin gerçek işkencelerinden bahsetsen sen dışlanırsın.
-Örneğin ?
-Son örnekleri Ecevit'in başbakanlığında yaşamıştık. Sanırım hatırlarsın, İsrail'in Filistinlileri öldürmesi hakkında "soykırım" ifadesini kullandı diye ülkemiz üzerine çok büyük bir baskı oluşturuldu.
-Hatırlıyorum, "Borsa, ekonomi çökmek üzere, maaşlar ödenemeyebilir" gibi haberlerin ardı arkası kesilmiyordu.
-Ecevit'in "sözlerim yanlış anlaşıldı" demek zorunda kalmıştı. Neyse geldik, işte şurdaki evde kalıyor misafirimiz.
Bir köy kenarındaki eve yaklaşmışlardı. Arabayı görünce kıyafetinden Türk köylüsü sanılacak birisi evden çıktı. Sami arabadan inerken usulca sordu;
-İsmi ne ?
-Biz ona Türkçe bir isim taktık ama köylüler gerçek ismi sandığı için ve Balkanlardan göç etmiş bir Türk sandığından sorun yaşamıyoruz. Sen o ismi de öğrenme, yabancı kimse yokken Oswald diyelim.
-Yabancı biri olursa ?
-İsim kullanma, taktığımız ismi duyarsan da unut. Onun güvenliği kolay değil.
-Ben Rusya'nın casuslarını yok ettiğini duymuştum.
-Evet diğerleri kolay duyulmaz zaten. Unutma ki haber ajansları sadece haber vermez, yönlendirme de yapar. Güneydoğumuzdaki terör olaylarını, çocukların, kadınların öldürülmesini nasıl haber verirler Avrupa'ya bilir misin ?
- ???
- En sert olanı bile "Gerillalar, Türkiye'ye saldırdı." şeklinde verir. Onlar için Türk'ün, Kürt'ün, çoluk çocuğun ölmesinin önemi yoktur.
Hulusi'nin Oswald dediği adam köylü kıyafetleriyle yaklaştı, bozuk Türkçesiyle "Hoş geldiniz" dedi. Telefonla önceden haber verdiğinden, Sami'ye karşı rahat davranıyordu. Araba'yı evin yanına park etmiş, eve girmişlerdi bile.
Kısa bir tanışma faslından sonra Hulusi bey;
-Sami bey uzak yoldan geldi. Seni dinlemek, ufkunu genişletmek istediğini söyledi. Senin için de uygunsa Oswald.
Oswald, şöyle bir dalgıca durdu. Bunu yanlış anlayan Sami;
-O kadar acil değil. Başka zaman müsaitseniz de olabilir.
Oswald;
-Bir sürü takma ismim oldu. Bunlardan biri de Oswald. Bunu niçin seçtim biliyor musunuz ! Oswald, "Tanrının kanunu" demektir. Bu kanun benim için de işlemeye başladı. İngiliz haber alma eninde sonunda beni bulacak ama önemli olan doğruyu yapmak değil midir ?
Hulusi bir şeyler söylemek istedi, vazgeçti. Oswald devam etti;
-O kadar işkence çekmiş, zavallı insanlar gördüm ki. Onların gözündeki acı beni uyutmuyor.
-İngiltere'de mi ?
-Hayır, gönderildiğim ülkelerde. En son Özbekistan'da.
-Yine mi Müslüman bir ülkeyi suçlayacaksınız?
-Müslüman mı ! O ülkenin hapishaneleri işkence yapılan Müslümanlarla dolu.
-Hadi canım.
-Hulusi bey kısaca sizden bahsetmişti.
Sami gülümsedi;
-Umarım kötü bir şey söylememiştir.
-Hayır, benim gençliğim gibi, körü körüne batı hayranı olduğunuzu söyledi.
-???
- Türkler barbardır, Müslümanlar barbardır. Uygar batı için bu barbarlar kontrol altında tutulmalı, gerektiğinde acımasız davranmalıdır.
-Ben bu şekilde hiç düşünmedim.
-Bu benim gençliğimde, bizlere öğretilenlerdi. Siz de ise nedeyse körü körüne batı hayranlığı öğretilmedi mi ?
Sami yine acıyla TV'deki doktoru hatırladı; " Kanserin ilacını sen mi bulacaksın. Bir ilacı olsaydı Avrupa'da ABD'de bulunurdu. Onlar bulamamıştı da sen mi bulacaksın". Vücudunun acıyla titrediğini hissetti.
-Bu konular beni de yaralıyor, İsrail tankları altında ezilen Rachel Corrie'nin yüzü gözümde canlanıyor.
Oswald kendini toparlamaya çalışarak ;
-Ne diyorduk, Kuzey Irak'ta neler olduğunu, neler döndüğünü merak ettiğini söylemişti Hulusi bey.
-Evet ama sizin kendi ülkenizden böyle soğumanıza, saklanmanıza sebep olan olayları da merak ediyorum.
-Pekala, önce o konuya değineyim. Bu bir birikim aslında. Ama her karşılaşmamda gözlerimi yumduğum, ülkemi özgürlükler ülkesi olarak görmeye devam etmeye çabaladığım bir birikimler yumağı. Ben sadece son görev aldığım ülkede yaşadıklarımdan bahsedeceğim.
Özbekistan'dan.
-Özbekistan'da ısrar ediyorsunuz.
-İsterseniz Fas'tan, Cezayir'den, Somali'den, Afganistan'dan, Pakistan'dan bahsedeyim.
-Hayır, karışmıyorum.
Sami'nin zoraki gülümsemeye çalışırak söylediği sözlerden sonra Oswald anlatmaya başladı.
-Aslında anlatacaklarım uzun değil ama Rachel Corrie'nin yarası zaten içimdeyken, Özbekistan'da da hiç ummadığım makamda birisi daha kendini , tankların olmasa da, kurtların önüne atarak tüm kariyerini, birikimini belki de hayatını riske atınca dayanamadım, kendimden utandım.
Özbekistan'da da çoğu ülkede olduğu gibi Müslümanlara baskı yapan iktidar, batıdan destek görüyordu. Bu ülkede Muhalefet yok, özgür medya yok, din ve ifade hürriyeti yok. Sadece ülkeden çıkmak için değil, bir şehirden diğerine gitmek için bile vizenin olduğu bir ülke burası. Baskı iktidarıyla varlığını devam ettiren Kerimov, batı desteğine ihtiyaç duydu, ABD ve diğer batı ülkelerini arkasına almak istedi. 2001'de ABD'ye üs kurma izni verince, yaptığı haksızlıklar, baskılar, işkenceler tamamen göz ardı edilir oldu. Mart 2002'deki Bush-Kerimov görüşmesiyle “Stratejik ortak” ilan edildi. Bundan sonra bizim başbakanımız, İngiltere başbakanı Tony Blair, 2003 başlarında Özbekistan'a silah ithalatı için açık çek verdi. Kerimov'a "Benden istediğin her silahı alabilirsin" dedi.
-ABD ve İngiltere Kerimov'un suçlarına gözlerini kapatıyor. Bunlar da demokrasiye önem veren özgürlükleri savunan ülkeler.
Oswald acı acı gülümsedi;
-Sadece bu iki ülke değil ki.
Hulusi bey üzüntüyle fısıldadı;
-Türkiye'den aldığı silahlarla Mayıs 2005'te Andican'daki o korkunç katliamı yaptı. İşkencelere göz yummalarına rağmen, kendi iktidarına yeterli destek vermediğine inandığı batı'dan kopup Rusya ve Çin'le işbirliğine yöneldiği o günlerde ortaya çıktı.
Oswald;
-Çoğu silahsız olan sivillerin katledildiği olaylarla ilgi birleşmiş milletler raporunda Andican olayları için bir görgü tanığının söylediği şöyleymiş; "Sokaklarda kan ve yağmur birbirine karışmıştı. Yağmur ve kan içindeydik."
Başını çaresizce iki yana salladı;
-Neyse biz bu katliam öncesinden bahsediyorduk.Kerimov politika oyunlarıyla istediklerini almaya başlamıştı. ABD'nin üs açmasına izin verince çok yüksek oranda dış yardım aldı ve bunun çoğunu da işkenceleriyle ünlü güvenlik kuvvetlerine aktardı.
-ABD ve İngiltere'de en azından basın özgür değil mi, bunlara baskı yapmıyor mu ?
-İşte burda, Filistin'liler için İsrail tanklarının önüne dikilen ve öldürülen Rachel Corrie'den sonra beni etkileyen kişi devreye giriyor. ingiltere özbekistan büyük elçisi Craig Morray. Ona çeşitli işkence haberleri ulaşıyor ve vicdanını yaralıyormuş zaten. 2002'nin ekim ayında uluslararası bir açılışta beklenmeyen bir konuşma yapmış. Müttefiki ABD büyük elçisinin renginin attığı söylenen o konuşmasında, Özbekistan'daki işkencelerden bahsetmiş ve gidişatın demokrasi yönde olmadığını söylemiş. O açılışta Murray, herkesin önünde, canlı canlı haşlanan tutuklulardan, politik ve dini nedenlerle hapsedilen binlerce insandan bahsetmiş. Bu söyledikleri İngiliz basınında destek görünce Blair onu görevden almaya cesaret edememişti. Emekli olduktan sonra ise yazdığı kitapta öğrendiği acı olaylara değiniyor.
Elindeki sayfası açık kitabı Sami'ye uzattı;
-Lütfen, işaretlediğim kısmı sesli okur musun;
Sami;
- Yaşlı adam korkudan titriyordu. Suçlananlardan biri torunuydu. Polis sorgulamasında torunu aleyhine verdiği ifade yüzüne okundu. Torununun Usame Bin Ladin'e vermek için soygun yaptığını ve Afganistan'a gidip El Kaide lideriyle buluştuğunu söylemişti.”
“Bu senin ifaden mi, diye sordu savcı. Yaşlı adam: Ama bu doğru değil. Bunu söylemem için bana işkence yaptılar, dedi. Torunuma gözlerimin önünde işkence yaptılar. Elektrik verdiler, testislerine vurdular, maske giydirip nefes alamaz hale getirdiler. Sonra kız kardeşini getirip tecavüz etmekle tehdit ettiler. Bizler iyi Müslümanlarız ama Bin Ladin hakkında ne bilebiliriz ki..”
“Dilubar Huderbigaynova. O, göstermelik yargılama kurbanlarından birinin kız kardeşi. Gözyaşlarına boğulmuştu. Kardeşi birazdan idam edilecekti. Nefretle doluydum. 'Üzülme, elimden gelen yardımı yapacağım' demeye çalıştım. Ama ne yapabilirdim ki… Peki bir şey yapamayacaksam burada işim neydi ?
Sami, buğulanan gözleriyle kitabı geri uzattı.
-Somali, Afganistan, Küba'daki hapishaneler... Bu özgürlük savunucusu ülkelerin yaptıklarına, zalim diktatörlere desteklerine dayanamayacağım.
Oswald, bir ızdırabını boşaltır gibi derin iç çekişten sonra;
-Madem öyle, bu konuda son söyleyeceklerim olarak, Birleşmiş Milletler işkence raportörü Theo van Boven, 2002 yılında Caşlık'ı ziyaret ettikten sonra, "sistematik işkence yapıldığı"nı raporuna geçirmesi, bizimle birlikte o ziyarette bulunan Reuters muhabiri Dimitri Solovyov'un gazetesinde de yayınladığı; Akram İkromov adlı 29 yaşındaki bir mahkûmun, "Blair ve Bush'a söyle, Bosna, Afganistan ve Irak'ta yaptıklarının hesabını, Çeçenistan ve Özbekistan'da Müslümanların öldürülmesine destek olmalarının hesabını soracağız!." diye bağırması benim içimdeki yaraları büyüttü ve Craig'in bu cesur konuşmasıyla birlikte gerçekleri daha fazla görmemekten gelemeyeceğimi anladım. İstifa ederken biraz öfkeliydim. Aleyhlerine çalışacağımı düşünüp öldürülmeme ve suçun da Kerimov'a jest olsun diye Müslüman isyancılara atılmasına karar verilmiş. Eşyalarımı, evraklarımı toparlamak için gideceğim Özbekistan'a gidecekken, bir dostun bana haber ulaştırmasıyla, yolculuğun ortasında izimi kaybettirdim. Sonunda eski dostum Hulusi'ye ulaştım ve halâ yaşıyorum.
Hulusi bey, konuşmamaya katılmamak için gayret etmiş ama zaman zaman nemlenen gözlerini gizlemek için pencere kenarına gitmişti. Dışarıda rüzgar, kuru yaprakları oradan oraya savuruyordu.
Zor duyulan bir sesle;
-Gelelim Kuzey Irak'a ve olayların perde arkasına.
Dışarda rüzğarın uğultusu gittikçe artıyor, alaca karanlık tepelerden koşar adım iniyordu sanki.


-- DEVAMI VAR --

Yorumlar