Yakına Düşen Bomba












İstanbul`da kenar mahallede bir kahvehanede, bir kaç günlük sakalıyla sert bir görüntü veren adam, televizyona doğru ellerini sallayarak sert sert konuştu.
-İşte böyle yapacaksın ki, zenginler de rahat oturamasın.
Yakınındaki düzgün giyimli adam cevap verdi;
-Olmaz böyle şey, masum insanların arabasını yakmayla hak aranmaz.
-Yok ya, nasıl aranırmış, çok bilmiş gazetecimiz.
-Sen başkasına haksızlık yapıyorsan, `Bana haksızlık yapılıyor` diye bağırma hakkın kalmaz.
Sert görünüşlü adam,çevresindekilere `Şunun söylediğine bakın` der gibi yine ellerini kollarını sallayarak dalga geçer bir halde güldü. Kısa bir süre susup televizyona baktı. Sonra çevresindekilerin dikkatinin kendilerinden uzaklaştığını fark edince, gazeteci gence döndü, alçak sesle;
-Bana bak, `gazetecisin, gün gelir işe yararsın` diye sana dokunmuyorsak, bu her zaman böyle olacak demek değildir. Kendine dikkat et! .
Gazeteci korkmadığını göstermek ister gibiydi ama yine de sesindeki endişe belli oluyordu;
-Ne var ki sözlerimde, hem bana ne yapabilirsin ki?
-Dağa örgüte bir sürü aileden giden var, senin ailenden yok...Henüz yok. İster misin senin de kız kardeşini gönderelim !
Gazeteci genç ayağa kalktı;
-Bana bak Selo, gencecik çocukları kandırıp arabaları yaktıranların içinde senin de olduğunu biliyorum. Şansını daha fazla zorlama.
Yanındaki arkadaşına döndü;
-Yürü Mehmet, gidelim. Bir saate kadar gazetede olmamız gerekiyor.
Selo dediği, Selahattin arkalarından seslendi;
-Memet, sen ona fazla takılma, onun yolu yanlış, heh heh he !
Mehmet;
-Ben gideceğim yolu iyi bilirim Sülo. Ama bir yanlışın var, iyi düşün ateş düştüğü yeri yakmazmış aslında, çevresini de yakar.
-De git la, sen de yanındakinin ağzıyla konuşuyon. Sizden adam olmaz oğlum. Gör bak, siz olduğunuz yerde sayarken biz nerelere geleceğiz.
Çok sevdiği şekilde yine elini kolunu salladı, sonra İlerdeki bir kaç gence doğru seslendi;
-Şiişt..hoop... bana iki bira kapın da gelin biriniz. (Sonra sesini alçaltarak) Sonra da toplanın, akşama iş var.
**** **** ****
Genç gazeteci aynı kahvehaneye girdi. Yüzü asık Tv’deki habere bakarak bir sandalye çekti. Selahattin de haberleri seyrediyordu, onun geldiğini görünce ;
-Ooo, Fırat bey gelmiş. Naber gazeteci.
-Selamünaleyküm.
-Bırak şimdi selamı filan, görmüyon mu, bira içiyoz ! Eeee haberlerde ne var ne yok gazeteci…
-Haberleri seyrediyorsun ya işte.
-Bakıyom bakıyom bir haber yok ki.
-Anlaşılan sen Ümraniye`den, Beyoğlu`ndan bir haber bekliyorsun.
Selahattin dişlerini göstererek güldü;
-Nerden anladın ?
-Şimdi anlıyorum, niye güldüğünü. Az önce gelirken Mehmet’in telefonu çaldı, “Kameranı kap koş, Ümraniye ve Beyoğlu`nda araba yakmışlar. Hangisine yakınsan oraya koş” demişler. Bunları bana söyleyip, aceleyle gitti.
-Hayda…, bak şu işe. Haberlere yetişmemiş bir olay olduğu nasıl da içime doğmuş.
-Bir daha gençlere söyle de, daha erken yapsınlar bu pisliklerini.
-Hoop, orda dur öyle konuşma bakalım.
-Vatandaşın biri çıkar da arabasını yakanlara ateş ederse ne olacak. Dünkü görüntülerden tanıdım, Celal, Zeki, Murat da vardı. Eminim onları sen gönderiyorsun.
-Hepsini değil canım, günahımı alıyorsun.
-Yıllardır aynı mahalledeyiz, hepsinin annesini babasını tanıyoruz. Birisi vurulsa, annesi babası yakana yapışsa, “Sen ne namussuzmuşsun, çocuğumuzu ülkesine hain yaptın, sonunda senin yüzünden vuruldu” derse, ne yapacaksın.
-Bana ne ya… çocuklarına sahip çıksalardı. Ben onlara hep diyorum, “tabanca çeken olursa hemen kaçın” diye
-Yanlış yoldasın Selo, sen yanlışta olduğun gibi gençleri de yakacan. Çok can yanar, dur artık, dur.
-Aha da işte tam burda duruyorum.
O sırada Fırat’ın telefonu çaldı, arayan Mehmet’ti. Fırat, Mehmet’le konuştukça suratı asıldı. Telefonu kapatıp Selahattin’e döndü. Selahattin biraz merakla da olsa, daha çok dalga geçerek sordu;
-Ne oldu, suratın asıldı. Bu kez fazla mı araba yakmışlar, ona mı canın sıkıldı.
Fırat ağır ağır konuştu;
-Araba için değil, giden can için yüzüm asıldı.
Selahattin, yamuk oturduğu sandalyesinde doğruldu, ciddi bir ifade takınmaya çalıştı;
-Bizim gençlerden biri mi yaralanmış?
-Hayır, daha kötü.
-Şom ağızlı, sen konuştun böyle oldu bak. Ölmüş mü gençlerden biri, Murat mı, Celal mi ? Söylesene be adam.
-Hayır, kundaklanan, molotoflarla yakılan arabalardan birinde ölen olmuş.
Selahattin şöyle bir ‘Oh…!’ çekti ;
-Öyle söylesene. Şom ağzın yüzünden, bizimkilerden biri ölmüş sandım. `Lan !` dedim, ` Annesi-babası gelirse ne diyecem`, diye düşünmeye başlamıştım be.
-Ölen de bizim oralardan, güneydoğulu.
-Hadi ya… Napalım canım, hedefe varmak için, bu ülkeden toprak koparmak için, dağdakilere destek olmak için can da verilir, böyle arada kurban gidenler de olur.
Fırat ağır ağır konuşmaya devam ediyordu.
-Ölen bir bebekmiş.
-Hımm ?
-Bayram ziyaretine gitmişler, ara yolda birine de ayak üstü uğramışlar.
-Niye bu kadar ayrıntılı anlatıyorsun, nerden biliyorsun ?
-Çocuğu ölenleri Mehmet tanıyormuş, ayrıntısıyla öğrenmiş olayı.
-Kesin ben de tanıyorumdur değil mi? Ne diyorsan çabuk de artık, sinirlenmeye başlıyorum.
-Akrabalarından dönerken, ayak üstü bir tanıdıklarıyla da bayramlaşıp çıkacaklarmış, bu nedenle arabada uyuyan bebeklerini çıkarmamışlar. Senin gençler de onlar apartmandayken dalmış sokağa, başlamışlar molotoflarla arabaları yakmaya... Bebek feryatlarını duyunca da kaçmışlar.
-Kim oğlum, kim kim. Ha birine benden bahsedersen leşini sererim , bak şakam yoktur (Silahını göstererek) Ben yanarsam, yakarım seni de.
-Bu saatten sonra kimseye bahsetmem zaten…. Bebeğin annesi-babası ablanla enişten.
Gazeteci gözündeki yaşlarla dönüp kahveden çıkarken, arkasında şimdiye kadar duymadığı şiddette bir çığlık, feryat kahvehanede çınlıyordu.

Ahmet Ünal ÇAM Yazılış : 25-12-2007 16:10


Yorumlar